21 Mayıs 2017 Pazar

Gözler Böyle Gülünce



 Size de oluyor mu? Gözler böyle güzel gülünce benim kalbime bir şey oluyor. Gerçekten!
Ağlama isteği gibi. kuş olup oraya uçma isteği gibi bir şeyle doluyor içim.
Omuzlarında bizim el emeği şallarımız, arkadaki kitaplıkta üçer beşer toplayıp gönderdiğimiz kitaplarımız var. Ne güzel şey, bu kadar küçük şeylerle mutlu edebilmek birilerini


                                                                      Şapkanı, kolyeni., fuşya fularını severim ben senin :)


                                                                            Hep böyle gülsün yüzünüz inşallah.


8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN...
Edremit Kızılay Huzurevi'nden Sevgilerle...

Yazmışlar fotoğrafların başına.

Elime geç ulaştı ama sizinle paylaşmadan olur mu hiç? Olmaz elbette.
 
Geçenlerde sevgili "değmesinyağlıboya" ya misafir olup, paylaşmak ile ilgili bir yazı yazmıştım.
Orada anlatmaya çabaladığım, bir türlü tam ifade edemediğimi düşündüğüm duyguların fotoğrafı çekilmiş sanki diyorum baktıkça.






Evet, 8 Mart da onlara paketler yolladık.
Anneler Gününde de.
Henüz o güne ait bir şey gelmedi bana. Olsun.
Bizim acelemiz yok nasılsa. Gelince yine buradan bakar, gülen yüzlere şükrederiz.

Öyle değil mi?



Elini Uzat!


Senden beklenen çok bir şey değil aslında. Elini uzatman sadece. Gerçek anlamda buna hasret, sizi bekleyen insanlar var biliyor musunuz? Elbet biliyorsunuz, benimki de laf! Hep girmekten çekindiğin o kapılardan birini usulca açman gerek önce. Zor gibi görünen sadece bu. İnan bana! 
Sonra ne kadar yersiz bir heyecanla bugünü geciktirip durduğun için kendine kızacaksın biliyorum. Ben her yeni kapının henüz eşiğindeyken yaşıyorum bunu.
O kapıların önünden geçip duruyoruz hayatın soluksuz bırakan telaşı içinde. Ne vakit önünde duraklayıp, içeri girmeyi düşünsek, biraz çekiniyor, biraz da korkuyoruz galiba. Ne dersiniz? Yapmanız gereken sadece elinizi uzatmak oysa. 
Niye korkar ki bir insan bundan ? O elin mutlaka dolu olması gerektiğini düşündüğünden mi acaba? Bilmelisiniz ki, hiç bir el bomboş değildir aslında. Her el sahibinin sıcaklığını, şevkatini taşır gizli bir hazine gibi. 
Bıraksanız kalbiniz konuşur dünyadaki tüm canlıların anlayacağı bir lisanla. Buradayım, Der. Sana geldim...
Bana anlatacaklarını dinlemeye, unuttuklarımı kendime hatırlatmaya. Sahip olduğum şu anı seninle paylaşmaya, elini tutmaya, yalnız değilsin demeye.
Bu şehrin bir yerinde seni düşünen birileri var. Diğerlerini bilmem ama sen benim umrumdasın demeye Der.
Az şey midir bu? İnsanın ruhunu böylesine kolay hafifletebiliyor olması sizce de bir mucize değil midir?

Hayat çok değerli bir armağan. Yalnız kalışı, yoksunlukları ya da hastalıkları ile yaşarken bunu unutanlara ve elbette kendimize hatırlatmanın en güzel, en kolay yolu; elinizi uzatmak.
Yaşadım, biliyorum... Uzattığınız eli bırakmak istemeyecek sayısız yaşlı, çocuk, kadın var... 
Tebessümün dahi sadaka sayıldığı dinimde, birilerinin dilinden "yine gel" deyişini duymak, yolunuzun gözleneceğini bilmek ne güzel!
Korkmayın, utanmayın, ertelemeyin, küçücük bir adım atın. Yürüdüğünüz yol sizi dünyanın en güzel bahçelerinden birine götürecek. Bir gönle girecek ve hep orada kalmak isteyeceksiniz.

Anneler Gününün yaklaştığı bugünde size bir mektup yazmak istedim. Belki yolunuz bir huzurevinin önünden geçer. Belki bir hastane odasında evladının başında umutla bekleyen bir anneye rastlarsınız... Elinizi uzatmaya çekinmeyin diye.

Tülin

19 Mayıs 2017 Cuma

Düğünleri pek sevmem ama...



Aslında düğünleri pek sevmem. Çok duygulanırım bir kere.
Oyuna, halaya falan da katılmam. Öyle uymaz yakışmaz bir şey olur çıkarım ama bu defa başka.
Geçen hafta sonunda yeğenim evlendi. Düğünün sahibiyim desem yeri var :))

Küçücük bir ailem var zaten.
 Böyle güzel peri kızları ile genişliyor, büyüyor diye nasıl seviniyorum.

 Karmakarışık duygularla gittim Hendek'e. Annem görseydi, babam, abilerim...
Her birinin yerine bir ben vardım nöbetçi memur gibi.



Babalarını kaybettiğimizde Altuğ 2,5 yasında, Hande ise henüz bebekti.
Şimdi kendi yuvalarına uçan iki küçük serçeler benim gözümde.
Ağlamakla ve gülmek arası halim bu yüzden.




İşte benim çocukluğumdan beri bir kumbaraya her gün bir miktar anı atarcasına biriktirdiğim zenginliklerim.
Tanıyorsunuz aslında. Biri Sabiha ; yoncacıkincecik bloğunun sahibi. Annem ona yıllar önce böyle seslenirdi. Bloğuna isim ararken aklına gelmiş :)  Fuşya ceketli olan da Güler. 
Kaçıp kaçıp gelen. Ankara da tiyatro, konser, müze müze gezdiğim.
Kimi zaman uzak şehirlerde, kimi zaman aynı sokaklarda, okul sıralarında birlikte geçen 45 yıl...
Bir bahar günü ben Ankara dan, onlar İzmit den kalktılar, geldiler. 



 Nasıl mutlu oldum :)

Uğurlu, kademli olsun.
Pasta görüntüden ibaret olsa da, onların ağzının tadı hep gerçek olsun inşallah.